Salih Doğan, Kale Gündem - Haberler - Son Dakika Haberleri - Malatya Kale İlçesi sitesinin yazarı
DOLAR

32,3758$% -0.34

EURO

34,7497% -0.24

STERLİN

40,6000£% -0.35

GRAM ALTIN

2.393,16%-1,20

ÇEYREK ALTIN

3.929,00%-1,56

BİTCOİN

1903795฿%0.86656

İkindi Vakti a 16:16
Malatya HAFİF YAĞMUR 16°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Salih Doğan

Salih Doğan

19 Eylül 2023 Salı

    Fethin gurur tablosu ‘Panorama 1453’

    Fethin gurur tablosu ‘Panorama 1453’
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kale Gündem – Çağ açıp çağ kapayan İstanbul’un fethi; dünya tarihi ve İslam tarihi açısından önemli dönüm noktalarından birini oluşturmaktadır. 23 Mart 1453’te Edirne’den yola çıkan fetih ordusu 6 Nisan günü İstanbul’u muhasara etmeye başladı. Elli üç gün süren kuşatma sonucunda “Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul’u” diye 19 yaşında İstanbul’u fethetmeye karar veren ve 21 yaşında bunu gerçekleştiren genç Osmanlı Padişahı II. Mehmet 29 Mayıs 1453 Salı günü İstanbul’a girmeye muvaffak oldu. Doğu Roma olarak bilinen İmparatorluğa son veren II. Mehmet  “Fatih Sultan Mehmet” unvanını aldı.

    İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in (sav) “Konstantin’i (İstanbul) elbet fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, fetheden asker, ne güzel askerdir” müjdesine nail olmuştur. İşte bu kutlu tablonun genç nesillere tüm yönleriyle tanıtılması ve bu hatıranın yaşatılması için ‘Fetih Müzesi’ fikri ortay çıktı.

    Dünyada bunun gibi önemli fetihlerin, savaşların ve olayların resmedildiği birçok panorama mevcut olup müze yerleşkesi olarak savaşların ve hadiselerin bizzat yaşandığı yerlere yapılmışlardır. İstanbul’un fethinin anlatıldığı Panorama 1453’te Topkapı’da bizzat savaşın bütün şiddetiyle yaşandığı yerde inşa edildi.

    Panorama 1453 Tarih Müzesi

    Topkapı fetih ordularının topyekun yüklendiği savaşın tam orta yeri, o zamanki şartlarda dünyanın en iyi korunan, surları aşılmaz denilen lakin çağ açıp çağlar kapatan Fatih Sultan Mehmed Han’ın Şahi topunun bir tonluk gülleleriyle yıkılan surların önünde. Panorama 1453 Tarih Müzesi, İstanbul’un fethinin bütün merhalelerini bir bir yaşayıp yeniden fethe tanık olacağınız bir mekan.

    Burası eski Anadolu Otogarı’nın Topkapı Kültür Parkı’na dönüştürüldüğü yerde kurulmuş tıpkı 29 Mayıs 1453 günü olduğu gibi fethin tüm ihtişamını göstermektedir. Hemen  karşınızda Doğu Roma’nın yıkılmaz denilen surları ve Ulubatlı Hasan’ın burçlarına ‘Osmanlı Sancağını’ diktiği Romanos Kapısını (Topkapı) sol tarafınızda Edirnekapı surlarının şanlı tarihe tanıklık edercesine uzanıp Haliç’e  doğru tırmanışını  ve sağınızda ise Silivri kapı surlarının Marmara denizine doğru uzayışını göreceksiniz. İşte İstanbul’un fethini yeniden tam da burada yaşayacaksınız.

    2009 yılı 31 Ocak günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde açılışını yaptığı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Kadir Topbaş’ın kendi döneminde başlayıp bitirdiği prestij projelerinden biri olan müze; dünyada benzerleri içinde tek tam panoramik müze olma özelliğini taşımaktadır ve bu bakımdan henüz bir eşi daha mevcut değildir.

    ‘Panorama 1453 Tarih Müzesi’ ülkemizde bir ilk olmasının yanında dünyadaki örnekleriyle mukayese edildiğinde panorama müzeciliği anlayışına birçok yönden yenilikler getirmiştir. Resim tekniği bakımından diğer ülkelerde bulunan panoramik müzelerden farklı olarak bilgisayar teknolojisinden çokça istifade edilmiştir. Resmin montajı, ölçüleri, kullanılan malzeme, materyaller, aydınlatma ve ses efektleri bakımından birçok ilklere imza atmıştır.

    Müzenin yapımı proje koordinatörü Haşim Vatandaşın başkanlığında  Ramazan Erkut, Yaşar Zenalov, Oksana Legka, Ahmet Kaya, Hasan H.Dinçer, Attila Tunca, Murat Efe olmak üzere sekiz sanatçının  aralıksız üç yıl birlikte uyumlu çalışması sonucunda 2005-2008 yılları arasında  tamamlanmıştır.

    Müze binası 3 kat olup müzenin kendisi iki bölümden oluşmaktadır  Müze girişinde sizi tüm heybetiyle Fatih Sultan Mehmed Han’ın bir heykeli karşılamaktadır. Eksi bir katından eksi ikiye inilen merdivenin üzerinde ise gemilerin karadan yürütülüşüne dair bir rölyef çalışması size eşlik ediyor.

    1.Bölüm: Kronolojik Fetih Sergisi

    Tarih Danışmanlığını Prof. Dr. Feridun Emecen Hoca’nın yaptığı müze eksi bir ve eksi iki katlarında içeriğini Prof. Dr. Erhan Afyoncu ve Yrd. Doç. Dr. Coşkun Yılmaz’ın hazırladığı danışmanlığını Mimar Hilmi Şenalp’in yaptığı tasarımını Özkul Eren’in üstlendiği kronolojik olarak İstanbul’un kuruluşunu, fethini ve Fatih Sultan Mehmed Hanın tüm yaşamından pasajların anlatıldığı bir sergi mevcuttur.

    Sergi içeriğinde İstanbul’un kuruluşundan başlayıp, fetih hadisinin yer aldığı  tablo ardından kuşatmanın aşamalarının anlatıldığı fethi, Fatih Sultan Mehmed’in çocukluk defterinden tutun da liderliği komutanlığı devlet adamlığına varıncaya kadar hukuk kültür, sanat, medeniyet ve İstanbul’u yeniden inşa faaliyetlerini, savaşların orijinal minyatür gravür ve resimler eşliğinde anlatıldığı ve günümüz bakış açısı ile de modern minyatür çalışmalarının da yer aldığı 54 adet pano mevcuttur.

    Eksi iki katında ayrıca Platformun 1/10 ölçekli ve 1/25 ölçekli iki maket çalışması müzenin yapımı konusunda ziyaretçiye farklı bir bakış açısı getirmektedir.

    2.Bölüm: Panorama Platformu

    Kısa ve karanlık bir koridorun bitiminde kendinizi birdenbire 29 Mayıs gününün sabah aydınlığına uyanmışçasına İstanbul’un fethine mehterin sesiyle topların gümlemesiyle at kişnemeleri ve tekbir sesleriyle şahitlik edeceğiniz zamanın sizi 29 Mayıs 1453 gününe götüreceği ,nabızların tutulduğu nefeslerin kesildiği yer işte bu platformdur… 360 derece sınırsız görsellik sizi savaşın içine Fethin görkemine dahil edecek.

    Platform; 38 metre çaplı bir yarım küre üzerine yapılmıştır. 14 metre yükseklik 14 metre genişlikte  olan yarım kürenin iç yüzeyini kaplayan resim, 1304 parçadan oluşup toplamda  2350 metrekare ile dünyada gökyüzünün resme dahil edildiği tek tam panoramik resim olma özelliğine sahiptir. Resimle ziyaretçi platformu  arasındaki 650 metrekarelik gerçek alanda başta Macar Urban’ın döktüğü Şahi Topun maketi olmak üzere 3 boyutlu objelerin savaş aletlerinin topların güllelerin konulduğu platformla birlikte, toplam 3000 metrekarelik dev bir büyüklüğe ulaşmakta ve ziyaretçinin bütün duyularına hitap eden bir gerçeklik duygusu yaşatmaktadır.

    Resim içerisinde en önemli ayrıntılardan birincisi proje yönetmeninin hazırladığı ,15. yüzyılın ünlü İtalyan Ressam Gentile Bellini’nin 1480 yılında resmettiği 48 yaşındaki Fatih Tablosu’ndan yola çıkılarak, bilgisayar teknolojisiyle gençleştirme yapılarak hazırlanan 21 yaşındaki genç Fatih’in resmidir. Bununla birlikte Sultan’ın  yakın korumaları olan solak askerlerin ve bazı komutanların yüzleri; resimleri oluşturan sekiz sanatçının kendi yüzlerini resimlemesi ile bahsi gecen figürlerin çehrelerine biraz daha fazla gerçeklik kazandırmış ve ziyaretçiler için ayrıca ilgi konusu olmuştur. Diğer figürler için tekrara düşmemek adına hemen hemen hepsi gerçek çehrelerden seçilen duygu durumlarını yansıtacak şekilde 10 bin figür oluşturulmuştur.

    Dünyada 30 kadar ‘Panorama Müzesi’ mevcut olup hiçbirinde gökyüzü resme dahil edilmemiştir. Sadece ufuk hattından sonrası kumaşla kaplanmış kubbeler mevcuttur. Fakat 1453 Tarih  Müzesi’ndeki resmin sınırları mevcut olmadığından gökyüzünün resme dahil edilmiş olmasından dolayı  resmin bir bitiş noktası mevcut değildir. Dolayısıyla resme bakan kişi optik alışkanlıklarıyla eserin gerçek boyutlarını kavrayamamaktadır. Ziyaretçi, platforma çıktığı andan itibaren 10 saniye kadar sürecek bir şok yaşamaktadır. Bu durum, sanki dışarıdaymış gibi yaşama duygusu, resmin gerçekliğini ve boyutlarını kavramayı sağlayacak referanslar, başlangıç ve bitiş gibi dayanak noktaları bulamamanın şaşkınlığıdır. Burası insana, kapalı bir mekâna girildiği halde, bir şekilde tekrar üç boyutlu dış bir mekâna çıkılmış duygusunu yaşatmaktadır.

    Platformda mehter eşliğinde gezerken projesi bizzat Fatih Sultan Mehmed Han tarafından çizilen Macar topçu ustası Urban’ın döktüğü 8 metre uzunluğunda tonlarca ağırlıkta, her bir güllesi bir ton olan Şahi Top’un ateşlendiği andaki sıcaklığını ellerinizi uzatsanız sanki hissedecekmiş gibi olacağınız ve sonra dönüp Konstantin surlarındaki yıkıcı etkisine tanık olacağınız, surlardan dökülen kızgın yağlara, Grejuva ateşine rağmen surlara tırmanan Yeniçerileri, gönüllü Akıncıları, hele de serdengeçtilerin en önde yalın kılıç düşmanı yaran cenk seslerini hafızanız hiç unutmayacak. Yüz bin kişilik fetih ordusunun kösler, davullar, nakkareler eşliğinde  tekbir sesleri sizi kuşatacak farkına varmadan eşlik edeceksiniz.

    İstanbul’un orta yerinde Zeytinburnu ilçemizde Topkapı’da fetih alanında açıldığı günden bugüne her yıl yaklaşık bir milyon kişinin ziyaret ettiği bu ‘Fethin Gurur Tablosu Panorama 1453 Tarih Müzesine’ bu yıl fethin 563. yılında fetih haftasında herkesi burada Fatih Sultan Mehmed Han’ı anmak anlamak ve yeniden İstanbul’un fethine tanık olmaya o kutlu zaferi yeniden yaşamaya davet ediyoruz

    Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

    Devamını Oku

    Safran Manastırı: “Deyrulzafaran”

    Safran Manastırı: “Deyrulzafaran”
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kale Gündem – Türkiye coğrafyası bütün dini, etnik ve kültürel zenginliklerin birada yaşadığı kadim medeniyetler coğrafyası. İstanbul başta olmak üzere Hatay, Mardin gibi şehirlerimizde bu medeniyetler çeşitliliğinin günümüzde de canlı dinamik yaşandığı sembol şehirlerimizden. Dünyada da ise bu duruma örnek  Kudüs’ün dışında belki başkaca bir şehir yoktur.

    Bu defa gezi rotamızı kadim kültürlerin bir arada yaşadığı şehrimiz Mardin’de bulunan  Hristiyanlığı topluca kabul ettikleri bilinen ilk halk olan Süryanilerin Hristiyan yorumuna ait  bir inanç merkezi “Deyrulzafaran Manastırı” dır.

    Manastır ismini tarihin eski dönemlerinde bu bölgede yetişen ‘safrandan’ almış; söylenildiğine göre sıva harcına safran bitkisinin çiçekleri katılmış ki safranın o muhteşem rengi manastırı sarıp sarmalasın ,sarı ile turuncu arası farklı harmonisiyle daha bir büyülesin, yüzyıllar boyu farklı inançların dualarıyla aşınmış duvarları  ile bu görkemli taş tapınak dimdik ayakta ve iyi korunmuş görünüyor.

    Mardin’in 4 kilometre doğusunda dağ yamacında zeytinler arasında yer alan ve Hz. İsa’dan sonra 5. yüzyılda inşa edilen bu manastır,1932’ye kadar Süryani Ortodoks patriklerinin ikamet yeriymiş.

    Dostum Mahmut, Biletlerimizi  alıp giriş için bana işaret ediyor birlikte zeytinlikler arasındaki yoldan ağaçlıklar içerisinden geçerek manastıra ulaşıyoruz.

    Ana kapıdan girip ikinci avlunun taş merdivenlerini tırmanırken ayaklarımızın bizi başka bir zamanda yolculuğa çıkarttığını hissediyorum. Hayretle etrafı süzüp heyecanla birkaç kare fotoğraf çekiyorum 17 kişilik ziyaretçi grubun son üyesi olarak manastırın kapısındaki yerimi alıyorum.

    Manastır’ın girişinde dinsel kıyafeti ile  bizi kendisini ;ben başrahip Gabriel  diye tanıtan rehber karşılıyor. Herkes tamamsa gezmeye başlayalım ,öncelikle hepiniz hoş geldiniz diyerek Manastırı  kısım kısım anlatmaya başlıyor.

    Bodrum Kat Güneş Tapınağı: Bu yapının  tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte milattan çok önceki yıllara dayandığı tahmin edilmektedir. Bu kısım o dönemde Güneş Tapınağı olarak kullanılıyordu. Güneş Tapınağı, Mor Hananyo Kilisesi’nin doğu tarafında kalıp iki bölümden  oluşmaktadır. Giriş kısmı beşik tonozlu şeklinde yontulmuş taşlardan oluşan yüzeyi 25 metrekare bir alan. İkinci bölüm ise 51.5 metrekare farklı bir tavan mimarisine sahiptir. Tavanı oluşturan düz ve iri her biri yaklaşık 4 ton ağırlığında olduğunu söylediği taşlar geometrik yapıda olup aralarında harç, kum, kireç ve benzeri malzeme kullanılmadan birbirine yaslanmış ve kilitlenmiş şekilde kenetlenerek yerleştirilmiştir. Taşların dizilimlerinin ortadan V şeklinde olduğunu ve çatının tam ortasında bir kilit taşla kilitlendiğini anlatan Baş Rahip Gabriel’in söylediğine göre manastırın  doğu ve güney cephesinde kalan iki kuşağın ne amaçla kullanıldığı kesin olarak  bilinmemekle birlikte, sunak yeri olduğu tahmin edilmekteymiş. Zaman zaman espriler de yapan sempatik Başrahip, Manastırın bugünkü haline ancak 18.yüzyılda da geldiğini söylüyor.

    Azizler Evi (Beth Kadişe): Aziz Hananyo Kilisesi’nin (Kubbeli Kilise) güney doğusunda  bulunan bu kubbeli mekanda  bulunan 7 nişten 4 tanesi metropolitlere, 3 tanesi de patrik mezarı bulunması ve bu azizlerin tamamının gömülme biçimlerindeki temel espri Hz. İsa Mesih’in geleceği yön olan  doğu ya dönük şekilde oturur vaziyette gömülmüş olarak bulunan mezarlar   münasebetiyle azizler evi dendiğini öğreniyoruz. Yüksekliği 10.5, genişliği ise 5.4 metre olan bu odanın tarihi, neredeyse  Manastır’ın kuruluş tarihi olan 5. yüzyıla dayanmaktadır. Fakat dış kısımlar  Patrik 4. Petrus tarafından 1884 yılında yeniden onarılmıştır diye de ekliyor Gabriel Bey…

    Manastırın genelinde hissettiğim şey hep beni ziyaretçi grubundan kopartıyor adeta; iç ve dış mekanlarda bulunan taş motifler insan havsalasını zorlayan nitelikte çalışılmış, sert taşların mahir ellerde mimarinin bütün üsluplarıyla yoğrularak şekillendiği bu mabette taşın insan ruhuna tesir ettiği bir yüzleşmeye tanık oluyorum. Başrahibin azizler odasının ışıklarını söndürmesiyle irkilip kendime geliyor guruba yeniden fiziken dahil oluyorum.

    Mor Hananyo Kilisesi (Kubbeli Kilise): Rahip Gabriel Kiliseyi Süryani mimar kardeşler Theodosius ile Theodore’nin Bizans İmparatoru Anastasius döneminde, Milattan sonra 491-518 yılları arasında inşa ettiklerini anlatıyor. Özellik itibariyle eni 12.3 metre, yüksekliği 17.7 metre ve alanı 271 metrekare  Haç şeklinde  bir kubbeye sahip bu değişik kubbe mimarisinden dolayı da Kubbeli Kilise’de deniyormuş. Kilise’nin iç duvarları kutsal kitaptaki geçen hikayeleri tasvir eden fresklerle süslüymüş ancak tarihte meydana gelmiş bir yangın nedeniyle turkuaz renkli tavan mimarisinden geriye sadece sağ duvarda; 793 yılında Manastır’da büyük bir restorasyon yaptıran Aziz Hananyo’yu tasvir eden dikkat çekici bir fresk kalmış, freskin uzunluğu 270, genişliği ise 66 santimetredir. 

    Hananyo Kilise’nin kuzey ve güneyinde bulunan apsislerdeki kduşkudşinler (ayin eşyalarının durduğu alan) ince işçilikle 1699 da ahşaptan yapılmış, Orta ana apsisteki kduşkudşin 1941 yılında yanmış, geriye sadece iki sütun kalmıştır. Sütunlar üzerindeki Süryanice yazıya göre apsisin 793 yılında Mardin ve Kefertüth Metropoliti Aziz Hananyo tarafından yaptırılmış. Mevcut kduşkudşin 1942 yılında Mardin ve Midyatlı Süryani taş ustalarının sarı kesme taştan yapıldığını anlatan  rehberimiz; Kilise’nin ana apsis bölümünde dikkat çeken iki adet kürsü ve kuzey taraftaki 350 yıllık kürsü cevizden olup patrikler kullanmışlar. Diğer bir kürsü ki fildişinden muhteşem görünümlü metropolitler bu kürsüyü kullanmışlar bunun da yaklaşık  500 yıllık olduğunu öğreniyoruz. Kilise’nin batı tarafında bulunan ceviz ağacından yapılmış muhteşem ahşap kapının  dış yüzeyinde Süryani dilinde yazılmış  Hz. Davut’un mezmurlarından kısa bir bölüm ve  Aziz Balay’ın bir şiiri yer alıyor 500 yıllık bu kapıda…

    Meryem Ana Kilisesi: Manastırın ilk kilisesi olan bu mekan manastırın bir nevi antreposu gibi, 153 metrekarelik bir alana sahip olup Apsis kısmında Bizans dönemine ait mozaikler bulunmaktadır. Duvarlar ve tavanlar pişmiş  Bizans tuğlasından yapılmıştır. 1699 yılında el işçiliğiyle yapılmış 3 kduşkudşin ve üzerinde Hz. Davut’un mezmurlarından Süryanice mısralar bulunan 3 ahşap kapı bulunmaktadır. Bu binada yetişkinlere ait sekizgen bir vaftiz kurnası dikkat çekiyor. Bu kilise günümüzde de vaftiz törenleri için kullanılmakta olduğunu Rahip Gabrielin ifadesinden anlıyoruz. Bunların yanı sıra duvarda bez freskler ve ilk basımı yapan İncil kalıplar ve baskı malzemeleri bu kilisede sergilenmekte… Sonra orta avluya çıkıyoruz kuyunun başında bu muhteşem manastırın avlu resimlerini de çektikten sonra bir süre Gabriel beyle sohbetimize manastırın meşhur safran çayı ve kurabiye  eşlik ediyor. Yorgunluğumuzu gideren bu güzel sohbet molasının ardından Baş Rahip Gabriel beye alakasından dolayı teşekkür edip manastırı zeytinler arasından geçerek bu manastırdan taşa üflenmiş ruhtan esintilerle safran tadında veda ediyoruz….

    Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

    Devamını Oku

    Göçebe Ruhlar Issık Göl’de

    Göçebe Ruhlar Issık Göl’de
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kale Gündem – Küreselleşen dünyanın önündeki büyük tehlike, insanların, şehirlerin ve hayatların giderek birbirine benzemesi. Bu durum, seyahat etmekteki “farklılıklara şahit olmak” duygusunu, farklı “an”ları yaşamak heyecanını giderek küllendiriyor.

    Bu genel durumun aksine, günümüz dünyasının alışılageldik görüntülerinden ve etkinliklerinden farklı ve özellikle bizim kültürel kodlarımızın mazisine uzanan bir festivale davetliydik: II. Dünya Göçebe Oyunları Festivali. 2011 yılında Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Kazakistan ziyareti sırasında yapılan istişareler neticesinde Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev’in de girişimiyle hayat bulan bu Festival, Issık göl şehrinde, Kırçın Yaylası’nda, Tanrı Dağı eteklerinde muhteşem bir tabiatın ortasında gerçekleştiriliyor. İlki olmasına rağmen dünyanın farklı ülkelerinden ziyaretçi akınına uğrayan, göçebe ruhunun canlandırıldığı festival, 03-08 Eylül 2016 tarihlerinde Kırgızistan Issık Göl’de düzenlendi.

    Bu festivalin amacı, tarihte Türk halklarının geçmiş ruhunu yeniden diriltmek, geçmişimize sahip çıkmak, Türk halkları arasında ortak kültürü geliştirmek ve yaşatmak olarak belirlenmiş. Bu bakımdan, göçebe halkların yaşam biçimleri, gelenekleri, töreleri, kültürel ve sportif oyunlarını bu festival bünyesinde canlandırılıyor. İlk organizasyona göre, Festival’in birçok ülkede yakaladığı popülariteyi ziyaretçi yoğunluğundan anlamak mümkün. Ayrıca bu kadim kültürün uyandırdığı merakı karşılayacak “değer” üretiminin de festival organizasyonu tarafından karşılandığını gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti’nin de verdiği destekle  organizasyon gerçekten takdire şayan bir şekilde gerçekleştirildi. Festivale bilimsel bir temel oluşturmak ve geçmiş araştırmaları etnografik yaşam biçimlerinin ortaya çıkartılması için 2016 yılında önemli adımlardan birisi hiç şüphesiz bu festivalde “Göçebe Medeniyet: Tarihî Miras ve Çağdaşlık” başlıklı  bir konferansında düzenlenmiş olmasıdır.

    Organizasyon için 6 milyonluk Kırgızistan adeta kenetlenmişti. Ülkenin bütün fertlerinin gönüllü olarak festivalin aksamadan yürümesine yardımcı olduğunu gözlemlediğimi söyleyebilirim. Festivale katılan ülkelerin sporcuları, gösteri ekipleri ve ziyaretçiler ile böylesine güzel ve dostane bir atmosferde ilgilenildiğini görmek güzeldi. Bu birlik ve samimiyet, festivalin eksiksiz gerçekleştirilmesindeki motivasyondu. Issık Göl Çolpan Ata şehrine gelen tüm katılımcılarla hizmet veren  İngilizce, Türkçe, Rusça Arapça, Farsça dilleri başta olmak üzere kendilerini her alanda geliştirmiş gönüllü gençlerin oluşturduğu 1500 kişilik büyük bir kadroyu alkışlamak gerekir. Hem ülkelerinin misafirperverliğinin canlı örneği oldular hem de organizasyonun yürümesinde oldukça yararlı bir birliktelik örneği sergilediler. İlk organizasyonda katılımcı ülke sayısı 28 iken bu yıl ki organizasyonda göçebe oyunlarına katılımcı ülke sayının 64’e ulaşması dünyanın bu göçebe ruhunu yeniden diriltilmesi hadisesiyle bütünleşmiş benimsemiş olduğunu gösteriyor.

    Kültür Emperyalizminin küresel ölçekte bütün milletlerin gelenekleri otantik yaşam biçimlerini  yok ettiği bir dünyada Göçebe Türk kültürünün dünya kültür atlası içerisinde farklı bir renk farklı bir zenginlik olduğu gözler önüne serildi. Özellikle Kırçın yaylasında oluşturulan binlerce çadır (Bozüy)de ziyaretçilere birçok deneyimin yaşatıldığı dev bir Oba’lar bütünü bir etnokent oluşturuldu.

    Keçe çadırı (Bozüy) ve farklı yörelerin geleneksel unsurlarının sergilendiği etnokent  obalarında bölgelerin kültürleri ayrı ayrı canlandırıldı. Örneğin Narın Obası, Talas Obası, Celalabad Obası, Tokmok Obası, Oş Obası gibi oluşturulan bu bölgelerin kendi obalarında bireysel ve grup müzikal performansları, drama gösterileri, otantik halk dansları gösterilerinin yanında bütün obaların ortak etkinlik yaptığı büyük sahne de ise özel gösteriler belirli zaman aralıkları ile ziyaretçilerin ilgisine sunuluyor. Ateşli gösteriler, sıra dışı sahne gösterileri, atlı gösteriler, alıcı kuşlarla avlanma gösterileri gelin alma töreninin canlandırılması, obalar arasında kurulan kazanlarda “Boğursok” (hamur kızartma)kızartan yaşlı Ece’ler Göçebe Türk yemeklerin başlıcası et ve çeşitleri olmak üzere birçok yemek çeşitleri de bozüyler içinde görkemli sofralarda sergileniyor ve ziyaretçilere ikram ediliyor

    Türkler geçmiş kültürlerinden gelen kahramanlık savaşçılık ve mukavemet gerektiren mücadele esaslı geleneklerini anlatmak, göstermekten ve yaşatmaktan onur duyarlar, çünkü bunun tarih sahnesindeki Mert Türk isminin gerçek karşılığı olduğunu düşünürler

    Dağların eteğinde büyük bir plato olan Kırcın Yaylası’nda etnografik yaşam atölyeleri Türk Göçebe hayatının folklorik özelliklerinin birebir yaşandığı deneyimlendiği bir yayla… Türk göçebe yaşamını bire bir gözlemlediğim bu bozüylere davet edilişimiz o çadırdan öbür çadıra Kırgız geleneklerine göre döşenmiş bozuylerin içi adeta Türk motiflerinin keçe figürlerinin organik kök boyadan yapılmış renk cümbüşü içerisinde ikram edilen kımızın tadı hala damağımda inanın… Etlerin lezzeti inanılmaz özellikle ağır misafir olarak ağırlandığımız Bozüy’de koyun başı getirilmesi “Türk Geleneğinde misafirin en kıymetlisine hürmeten ikram edildiğini biliyoruz gösterilen hürmetten biraz da mahcup olunduğumu net hatırlıyorum… O balın tadını hiçbir yerde bulamazsınız ancak gidip orada tatmanız gerekiyor.. Çadır içindeki ayı postları kurt başlı postlarla resim çekilebiliyorsunuz Kırgız kalpakları ile özellikle Ak kalpak dik başlı mağrur tanrı dağlarını temsil ediyor.” İlk festivalde, kar gibi beyaz olması tanrı dağlarındaki kar gibi temiz, başı dik, onurlu olmayı temsil eden kalpaklarla fotoğraflar çektirip “bayke”lerle (kardeş, arkadaş) muhabbeti koyulaştırıp soğuk Kırcan Yaylası’nda sıcak muhabbetler demlemiştik kök çay ile…

    Kırgızistan, Issık göl de düzenlenen festivalin spor müsabakalarında oyunlarda ev sahibi olmasının da avantajıyla madalya sıralamasında birinci olurken, oyunlarda Kazakistan, Türkmenistan, Rusya sırasıyla Kırgızistan’ı takip ettiler. Kökbörü, güreş, atlı oyunlar, okçuluğun başını çektiği göçebe oyunlarında ülkeler kendi güçlerini test edebilme imkânı buldu. İzleyenlere  ise seyrine doyum olmayan oyunlara tanık olma, göçebe kültürünün yaşandığı dönemlere yapılan fantastik bir yolculuk sevinci yaşattı.

    Özellikle Türk Cumhuriyetleri katılımcılarının daha fazla kaynaştığı festival göçebe kültürünün yaşandığı bu atmosfer hafızalarda unutulmaz hatıralarla bırakmış, gelecekte çok daha büyük festivaller için hayallere kapı aralamıştır. Bu yıl ağustos ayında benzer bir Festivali Dünya Etno Sporlar Federasyonu aynı organizasyon çatısı altında bendenizin de kültür komisyonunda katkı sağlamaya çalıştığı büyük bir ekip  başarıyla gerçekleştirdi. Bu da ülkemiz adına önemli bir kazanım olduğu gibi geçmiş tarih ve ortak değerler bütünlüğümüz  adına Dünya Etno Sporlar Federasyonuna  önemli bir misyon yüklemiştir. Göçebe Kültür ve Geleneğinin,  küresel hakim kültüre rağmen varoluş göstergesi olan bu kültürel zenginlik atmosferi umuyoruz ki hem ülkemizde hem de  Türk Cumhuriyetleri’nde bu yıl olduğu gibi daha binlerce yıl devam eder…

    Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

    Devamını Oku

    Barış Manço Müzesi

    Barış Manço Müzesi
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kale Gündem – Barış Manço sevenlerini “Adam Olacak Çocukları” ile köşkün bahçesinde karşılıyor, ayrıca bahçe içinde domates, biber, patlıcan maketleri de yer almakta. Kökün girişinde bizi mermer döşeli giriş salon ve yemek odası ve hemen girişin karşısında yer alan beyaz mermerden yapılma venüs heykeli ziyaretçileri adeta büyülüyor gibi…

    Salon: Salona girdiğimizde Sırma Hanım, antrenin sağ tarafını işaret ediyor bakın rahmetli Barış Manço bizi bestelerini yaptığı meşhur Steinway B210 kuyruklu piyanosunun basında karşılıyor. Müzedeki koleksiyonların içinde en kıymetli parçalardan biri olan ve Barış abinin “O benim rüyam” dediği piyanosunu bizzat kendisinin gidip Avusturya’dan almış.

    Sırma Hanım heyecanla salondaki diğer sergi eserlerini anlatıyor “Mithat Paşa’nın çalışma odasına ait kaplumbağa kabuğundan kakma tekniği ile bronz figürler karıştırılarak yaratılan çalışma masası, masayı aydınlatan avize ve hemen karsısında da Bahü bulunmaktadır. Bahü üzerinde o dönemi yansıtan şamdanlar ve saat bulunmaktadır. Şamdan bronzdan olup III. Napolyon dönemine aittir.

    Bakın burada ayrıca çok önemli “Pepeloc” denilen 1800’lü yılların sonu ile 1900’lü yılların basları arasındaki döneme ait olan kıymetli cam eserler evin en nadide parçalarıdır. Fransız emaye desenli, mineli ve altın islemeli cam vazolar salonun duvar nişlerinde sergileniyorlar.

    Barış Manço’nun dünyanın çeşitli ülkelerinden topladığı ve itina ile getirdiği cam eşyaları hayretle ve hayranlıkla incelediğimi gören uzmanımız “Bunlar sanatçının en sevdiği parçalardır” diye eklemeyi ihmal etmiyor. Yine koleksiyona ait likör takımları da yemek salonunda bulunan bu büfede sergilenmekte. Salonda bir başka nokta ise Barış Manço’nun sanat hayatı boyunca aldığı ödüller köşesi ve duvarda sergilenen çeşitli kostümler yaralıyor.

    Yemek Odası: Yemek odasında ilk bakışta dikkatimizi çeken şey hiç şüphesiz odayı aydınlatan bronzdan yapılmış 90 kilo ağırlığında 12 kollu Fransız bir avize.  Avizenin hemen altında, maun masa her haliyle İngiliz usulü bir  masa. Sırma Hanım detay veriyor bu kısım hakkında; Arka tarafta  “sömenye” denilen haftanın her günü için ayrı kullanılan eşyaların bulunduğunu, yedi katlı Napolyon tarzında bir dolap ve yandaki duvarlara bitişik, İngiliz Kraliçesi Ann dönemine ait olan  büfeyi gösteriyor. Ayrıca yemek odasında, fildişi kakmalı, siyah renkli nadide bir bahü yer alıyor. Yemek odasını Manço’ya çesitli ülkelerden armağan edilen sertifikalar, beratlar ve cam mine islemeli kıymetli likör takımları sergilenmektedir.

    Kıyafet Odası: Ailenin köşkte yaşadığı yıllara ait yemek odasına servis vermek amacıyla kullanılan mekanda  Barış Manço’nun kendisiyle özdeşlesen kostümlerini görmek mümkün. Yine bu alanda  askerlik üniforması, saçlarından askerlik için kesmek zorunda kaldığı bir tutam saç ve askere gidiyorken  annesinin elini öptüğü bir  fotoğrafı da dikkat çekiyor ünlü sanatçının… Merdivenlerden birinci kata çıkarken Manço’nun eşsiz eserlerinin notaları sizi yalnız bırakmıyor.

    Birinci Kat: Müze Ev’in birinci katında ünlü sanatçı Barış Manço’nun kullandığı özel eşyaları tıraş takımları, diş fırçası gibi eşyalarının sergilendiği siyah seramikli ebeveyn banyosunu geziyoruz. Banyonun tam karsısında sağ taraftaki küçük antrede Barış Manço ailesinin heykelleri ile buluşuyorsunuz, aynı alanda Barış abinin kendisiyle özdeşleşmiş en önemli aksesuarları olan yüzükleri ve çeşitli kolye ve takıları bateri şeklindeki büfede sergileniyor ilgiyle bir zamanların gözde takılarını ve barış abi farklılığına yaptıkları katkıları hayal ediyoruz yeniden o günlere götürüyor bizi adeta onun yüzükleri kol düğmeleri.

    Yatak Odaları: Sırma Hanım yatak odalarında sergilenen ürünlerin sanatsal yorumunu yapıyor bir yandan bana  “20. Yüzyıl  Fransız ekolünün tipik bir örneği olan yatak odası orijinal haliyle görülebilir. “Salmersheim-Brouholt” imzalı yatak odası takımı Art Nouveau tarzında olup yatak, tuvalet masası, sandalyesi ve armut ağacından yapılmış gardırobu ile 4-5 parçadan oluşan bir takım, avizeler de aynı döneme ait özel tasarımlardır.”

    Barış Manço ile özdeşlesen bazı yüzük ve kemerleri özel tasarlanmış vitrinlerde ziyaretçilerin ilgisine sunulmuş olup, sanatçıya ait farklı renklerdeki kostümler de gezerken size  eşlik ediyor. Ayrıca Barış Manço ve Lale Manço’nun gündelik kostümlerinin bulunduğu bir oda da mevcuttur. 

    Antrenin sağında  misafirler için hazırlanmış bir yatak odası da mevcut. Müze sorumlusu arkadaşım hemen bir hatırlatmada bulunuyor “Barış Manço aynı zamanda bir koleksiyonerdir”  diyerek ve bu odayı, III. Napolyon dönemine ait olan ama daha çok Viyana Ekolünü yansıtan mobilyalarla döşediğini, sedef kakmalı mobilyaların  yaklaşık 180 yıllık olduğunu  ve Barış Manço’nun Lale Manço ile evlendikten sonra beraber aldıkları ilk antika eşyadır diye de üzerine basa basa ekliyor.

    İkinci kata çocukların odalarının olduğu bölümleri gezmeye başlıyoruz. Doğukan ve Batıhan’a ait bu alanlarda çocukların oyun ve  çalışma alanları bulunuyormuş. Barış Manço’nun  çocuklarına  ait oyuncaklar, çesitli ülkelerden anı olarak toplanan küçük objeler cam vitrinleri süslemekte. Bu alanda önemli ve dikkat çeken sergi eserleri sanatçının Belçika Kraliyet Akademisi’nde yaptığı tablolar grafik eskizleri ile birlikte Akademiden birincilik ile mezun olduğunu gösteren sertifikanın yanı sıra yine çeşitli takılar  gitar ve plak şekillerinde tasarlanmış vitrinlerde sergileniyor. Sergileme tekniği bakımında müzeciliğe farklı bir soluk katmış tematik sergileme ürünleri tasarlanmış olması bakımından da ilklere imza atmış bir müze diyebiliriz.

    Bir başka oda ise “Adam Olacak Çocuk” odası. Bildiğimiz konsepte göre düzenlenen bu oda aslında oğul Batıhan’ın odasıymış. Gelen ziyaretçileri kısa bir yolculuğa çıkarıp bir nevi deneyim yaşatıldığı bir oda. Sırma Hanım anlatıyor yine; “Barış Manço’nun 1988 yılında TRT’de yayınlanan 7’den 77’ye programıyla milyonlarca insanı ekrana kilitlemişti. Bu programın “Adam Olacak Çocuk” bölümü ile çocukların gönlünü fethetmiş ve yeteneklerini sergileme fırsatı tanımıştır. Çocuklar Barış ağabeylerinden süt içmeyi, dişlerini fırçalamayı ve

    otomobilin arka koltuğuna oturmayı ögrenmişlerdir. Odadaki kamera, Barış Manço’nun bu programın çekimlerinde kullandığı kameralardan biridir. Odada kurulan ekranda ise “Adam Olacak Çocuk” programının gösterildiğini ve programlarında farklı tarzda giyinmeyi tercih eden Barış Manço’ya ait üzerinde komik desenlerin bulunduğu yelekleri gösteriyor gerçekten o günleri yeniden yaşıyor gibi oluyorum gördüklerim ve  bu anlatım sayesinde…

    Diğer Bölümler: Modern Evliya Çelebi olan Barış Manço’nun, seyahat ettiği ülkelere ait fotoğrafı, pasaportları, uçuş kartları soldaki vitrinde görülmektedir. Orta bölümdeki vitrinde Barış Manço’ya ait eski yapraklı nüfus cüzdanı ve diğer kişisel eşyaları sergilenmektedir. Sağdaki vitrinde Barış Manço’nun el yazısı ile kaleme aldığı yazıları ve gözlüğü gibi kişisel eşyaları bulunmaktadır. Diğer vitrinlerde ise Barış Manço’ya ait fotoğraf makinesi koleksiyonundan bazı parçalar yer almaktadır. Aynı alanın duvarlarında birbirinden ilginç desenli, “Adam Olacak Çocuk” programlarında da kullandığı, esprili kravat koleksiyonunun bir bölümü sergilenmektedir.

    Şövalye Odası: Bu oda kiler olarak kullanılmış ve zamanla duvardaki sıvalar sökülerek orijinal tonozlu tavanı ve tastan duvarları açığa çıkarılmıştır. Barış Manço odanın atmosferinden de esinlenerek Belçika kraliyetinin verdiği şövalye unvanındaki armadan camlara ve kapı kanatlarına çesitli vitraylar yaptırmıştır. Ayrıca sanatçının Belçika’dan aldığı şövalyelik unvanı, kullandığı mendilleri ve hediye edilen kırbaçlar sergilenmektedir. Duvarları baltalar ve şövalye dönemine ait eşyalarla süslenen bu odada Barış Manço birçok beste ve tablo üretmiştir. Çalışma masasında sanatçının heykelinin yanı sıra resim yaparken kullandığı kendisine ait boyalar da sergilenmektedir.

    Yönetim Ofisi: Yönetim odasında Barış Manço’nun tüm sanat hayatını kapsayan geniş bir arşiv bulunmaktadır. Odanın tam karsısında Barış Manço’nun eski bir kapıdan yaptırdığı ahşap bir taht da sergilenmektedir.

    Kışlık Bahçe: Manço Ailesi evin tarzına uygun olarak düzenledikleri kışlık bahçeye “limonluk” adını vermişlerdir. Kış bahçesinde enstrümanlarıyla ziyaretçileri karşılayan “Kurtalan Ekspres” grubu üyelerinin heykelleri yer almaktadır. Heykellerin sağında, 1905 yılı

    Amerikan yapımı ilk orgların atası sayılan, ayak pedallarıyla hava üfleyerek çalışan “harmonium” bulunmaktadır. Bu bahçenin sağında duvara bitişik duran aynalı çiçeklikler ve bahü ise farklı yalılardan alınmıştır. Yazlık bahçe ile kışlık bahçe, ailenin Art Nouveau akımına hayranlıkları sebebiyle süslemeler ile birbirinden ayrılmıştır.

    İstanbul’un müze envanterine eklenmiş olan bu güzel çalışma ile Kadıköy’e kazandırılan “Barış Manço Moda 81300” ile ülkemizin yetiştirdiği sadece sanatçı kimliğiyle değil insan olma biçimi ile de “Barış Manço” ismi Moda’daki Müze Ev’de yasamaya devam ediyor. Türk halkının hepsinin ezbere bildiği  bu  adreste  Barış Manço hatırası özgün tasarım teknikleriyle sergileniyor. Barış Manço severlerin dopdolu nostalji yaşayacakları bu müze; onun kişiliğini, eserlerini, yaşama sevincini yakından tanıtmak,  çıktığı değerleri öğretmek ve gelecek kuşaklara aktarmak misyonu taşıyor, yolunuz Kadıköy’e modaya düşmezse bile düşürüp bu güzel müzeyi görmek lazım.

    Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

    Devamını Oku

    Bir müze iki müzeci

    Bir müze iki müzeci
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kale Gündem – İstanbul’un nezih ilçelerinden biri olan Kadıköy’deyiz. Kadıköy’ün en eski semtlerinden biri olan modaya geldik. Moda, Anadolu yakasının nadide semtlerinden biri kabul edilir. Elbette Moda denince de herkesin aklına ünü ülkemizin dışına taşmış bir fenomen olan Sanatçımız Barış Manço gelir akla…

    Bugünkü ziyaretimizin sebebi de o aslında “Bir İnsan en son ne zaman bahsedilmekten vazgeçilirse işte o zaman ölmüş sayılır” diyen Barış Manço’nun geride bıraktıklarını sizlere hatırlatmak. Kadıköy Belediyesi Barış Manço’nun yaşadığı, hatıralarının var olduğu, Türk halkının diline pelesenk olmuş, kulaklarında tınıları hep taze duran  şarkılarını yazdığı, bestelerini yaptığı evi, yenileyerek güzel bir müze ev haline dönüştürmüş.

    Önceden telefonla görüştüğümüz müze sorumlusu Sırma Çelik Hanım bizi kapıda karşılıyor. Hoş beş faslını çok uzatmadan birlikte müzeyi gezmeyi teklif ediyorum. Ondan müzeci ve uzman gözüyle müzenin oluşum hikâyesini dinlemek, hem de Türkiye’nin Barış Abisi için oluşturulan bu özel sergiyi  bana gezdirmesini istiyorum. Fakat önce bir tanıyalım Sırma Hanımı kendi anlatımıyla;

    “Ben Sırma Çelik, 2002 yılından beri Kadıköy Belediyesi personeli olarak çalışmaktayım. İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi mezunuyum ve halen aynı üniversitede Müzecilik Yönetimi Alanında yüksek lisans yapmaktayım. Barış Manço Müze Evi Yöneticiliğini açıldığı 9 Haziran 2010 tarihinden itibaren sürdürmekteyim… Müzeciliği seviyorum bunun  yanı sıra Barış Manço gibi değerli bir sanatçımızın  müzesinde olmaktan ve o misyona hizmet etmekten mutluyum.”

    Heyecanla başlıyor Manço ailesinin katkılarını anlatmaya. Başta eşi Lale Manço olmak üzere oğulları  Doğukan Hazar ve Batıkan Zorbey ile birlikte. Barış Manço dendiğinde insan zihninin çağrıştırdığı birçok ürün ve materyalin bir araya getirildiğini özellikle sanatçı kişiliğinin yanında Barış Manço’yu Barış Manço yapan farklı özellikleri de öne çıkartan bu mekan ailenin özverisi, belediyenin öncülüğü ve Halk Bankası’nın da sponsorluğu ile ortaya çıkartıldığını söylüyor.

    Müzeyi gezmeden önce Müze Sorumlusu Sırma Hanım’a biraz köşkün kısaca tarihi hakkında neler biliniyor diye soruyorum, kısa dedim ama o sağ olsun bilgi küpü gibi her şeyi anlatıyor. “Moda semti ismini tarihinde geniş bahçeli köşkler de, farklı giyim kuşamları ve yaşam tarzlarıyla ilgi çeken ve bu konularda öncülük eden yaşayanlarından almıştır. İngiliz Mr. Dawson, Moda’da Yusuf Kamil Pasa Sokagında, 1895-1900 yılları arasında Pape Kalfa’ya birbirinin aynısı iki köşk yaptırmıştır. Köşklerden birisinde kendisi, diğerinde oğlu uzun yıllar oturmuşlardır. Mr. Dawson’un oğlu için yaptırdığı köşk birkaç el değiştirdikten sonra 1967 yılında yıkılarak yerine apartmanlar yapıldı. Mr. Dawson kendisine ait olan köşkü 1930’lu yıllarda bir Alman aileye satarak ülkesine geri döndü. Köşk 1965 yılına kadar birkaç el değiştirdikten sonra İngiliz olan James Whittall tarafından satın alındı. Köşkün dış görünüşünde, panjurların kaldırılması dışında bir değişiklik yapılmazken, içinin özelliği kısmen de olsa kayboldu. Uzun yıllar Whittall köşkü olarak varlığını sürdüren köşkü 1984 yılında Barış Manço Whittall ailesinin son fertlerinden satın alır ve aslına uygun olarak restore ettirerek varlığını sürdürmesini sağladı. Viktoryen tarzda inşa edilmiş olan bu köşk; tuğladan, cepheyi çevreleyen hareketli kilit tasları, ferforje çift kanatlı balkonları ile o zamanın karakteristik mimari özelliklerini taşımaktadır” diyerek sağ olsun köşkün bütün hikâyesini özetlemeden anlattı.

    Not: Yazının ikinci kısmı haftaya yayımlanacak.

    Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir. Kale Gündem Gazetesi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

    Devamını Oku

    Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.